HÜSEYİN SERMET

Avrupa’da ödüllerle süslediği yaklaşık 30 yıllık müzik serüveni geride bırakan piyanist Hüseyin Sermet, 50’li yaşların ortasına yaklaşıyor. Hâlâ Formula 1 yarışlarına, futbola tutkuyla bağlı, konserde tek notalık hata için kendini kahredecek kadar titiz. „Sadece insanlara eskisi kadar öfkelenmiyorum, gülüp geçiyorum artık“ diyor. Çoğu zamanını Paris’in Neuilly semtinde, Seine Nehri’ne demirli, eve dönüştürülmüş 50 yıllık bir mavnada geçiriyor. Kuğuların, ördeklerin, kunduzların arasında piyano çalışıyor, bir yandan da „opus 14“ oda müziği eserini tamamlıyor. Amerika’dan Japonya’ya yılda 50 konser, farklı ülkelerde yüksek lisans dersleri verse de Türkiye gündemini her koşulda ilgiyle izliyor. Geçen hafta sorularımızı Paris’ten yanıtlayan müzikçi, „Cumhuriyet, laiklik, klasik müzik tehlikede değil. Sorun tolerans eksikliği“ diyor.  
50’li yaşlara ulaşmak sizde „eyvah hayat geçiyor“ endişesi mi yarattı yoksa çelebice bir bakış kazanmanızı mı sağladı?
Image– Ağustos’ta 54 yaşına giriyorum. İtiraf etmem gerekirse, kimi zaman bu güzelim dünyada istediklerimi gerçekleştirmek için yeterince zaman bulabilecek miyim, diye düşündüğüm oluyor. Bununla birlikte yılların tecrübesi sayesinde olaylarla arama mesafe koyabilmenin rahatlığını yaşıyorum. İnsanları daha iyi anlıyorum. Eskiden beni öfkelendiren davranışlara gülüp geçebiliyorum. Bu adamdan başka ne beklenirdi ki, diyebiliyorum. Gençliğin enerjisi, haksızlığa başkaldırma arzusu, yalnız hissetmek öfkeyi artıran faktörler. Artık kendimi yalnız hissetmiyorum. Sevenim çok. Öfkelendiğim durumda tepki göstermek yerine, kenardan yürüyüp git, ayak altında kalıp ezilme, diyorum kendime.

İçimdeki çocuk yaşıyor

50 yaşla birlikte hayatınıza neler geldi, neler gitti?
– Gençlik günlerinde piyano çalışırken biri, harika bir Ferrari var, gidip test edelim, dese akşam konser olsa bile arkama bakmadan koşardım. İçimdeki çocuk hâlâ yaşıyor ama kontrol altında. Bu arada oğlum Timur, 18’ine geldi. Annesinin yanında, Monaco’da, lisede okuyor.   
Herhangi bir akademik kuruluşta düzenli olarak ders veriyor musunuz?
– 1989’da Monako Müzik Akademisi’nden istifa ettiğimden bu yana hiçbir kurumda kadrolu ders vermedim. Yılda birkaç kez, yüksek lisans seviyesinde ders veriyorum. Örneğin birkaç ay önce ABD’de Minnesota’da ders verdim. İstanbul Festivali’nden sonra Japonya’ya gidip, Tokyo ve Kyoto senfoni orkestralarıyla konserler vereceğim. Bu arada Tokyo Müzik Akademisi ve Kawai piyanolarınca düzenlenen ustalık sınıflarında ders vereceğim. Temmuzda Nice Yaz Akademisi’nde resitallerin yanı sıra ders vereceğim.
Mavnada yaşamak nereden aklınıza geldi, müziğinize, hayatınızı ne katıyor?
– Mavna, 16 yaşından beri tanıdığım, aile dostumuz Jean Renard ve eşine ait. Ünlü bir Fransız kaşif, piyano hocama satmış, o da rahip olmaya karar verince Renard çiftine devretmiş. Beni oğulları gibi sevdikleri için, teknede bir odam ve salonda piyanom var. Ayrıca Paris’te bir evim var. Çoğu zamanımı, kent gürültüsünden uzakta, yeşillikler içindeki bu teknede geçiriyorum. Gençliğimde piyanoyu bırakıp, mavnanın önce motorlu teknesiyle, sonra sandalıyla gezilere çıkardım. Yani pek iyi etkisi olmuyordu müzik açısından… Şimdi de bir kuğuyla dost oluyorum, besliyorum, ertesi gün yavrularını getiriyor, kendimi kontrol etmezsem zaman uçup gidiyor.
Türkiye’deki güncel tartışmaları izliyor musunuz, sorunları dert ediniyor musunuz? Birkaç ay önce Fazıl Say’ın Türkiye’yi terk etme tartışması yaşandığında, endişe duyulacak bir durum olmadığını söylemiştiniz, hâlâ aynı görüşte misiniz?
– Gündemi yakından izlerim. Paris ya da Monaco’daysam her gün mutlaka Milliyet ve Hürriyet gazetesini alıp, okurum. İnternetten hiç hoşlanmam, gazeteye dokunmam gerekir. Bir kafede kahvemi yudumlayıp, tefekkür etmeliyim. Tartışmalar konusunda görüşüm değişmedi. Ne yazık ki Türkiye’de oluşan iki cephe haklı görüşleri, haksız ve anti demokratik yaklaşımlarla savunuyor. Laikliğin tehlike altında olduğuna inanmıyorum. Bizler onu hep birlikte koruyacağız. Bunu demokrasi kuralları içinde yapmalıyız. Laisizmin altını oymaya çalışmak boşa gayrettir, geri teper. İktidarın demokrasi çerçevesinde uygulayacağı politikalara hepimiz saygı duymalıyız. Ancak uzlaşma, tolerans, demokrasiden uzak, dayatmacı tavırlar tepki görür, kendini yıkar. Buna sevinmem, demokrasi adına üzülürüm. Türkiye’deki her iki cephe de ne yazık ki toleranstan uzak, demokrasiyi henüz içselleştirmemiş. Türkiye zor bir dönemden geçiyor, herkesin sağduyulu davranması gerekiyor.
Yani Avrupa’dan uzaklaştığımız için kendini kahredenlerden biri değilsiniz?
– Türkiye, Avrupa’dan sadece AKP yüzünden uzaklaşmadı ki… Sizce CHP, AB’ye tam üyeliği samimi olarak istiyor mu? Eğer bir kulübe girmek istiyorsanız, kurallarına uymak zorundasınız. Terlikle girerim, diyemezsiniz. Her iki tarafı da samimi bulmuyorum. Çünkü gereken yasal dönüşüm yapılmıyor. Ölüm cezasının kaldırılması sırasında bile, buna karşı çıkanlar olmuştu.
Madem mevcut siyasileri beğenmiyorsun, gel sen politikaya gir, derseler düşünür müsünüz?
– Türkiye’deki partilerden hiçbirinin içinde demokrasi yok. Düşüncelerini açıkça söyleyeni barındırmazlar. AKP’ye girsem Tayyip Erdoğan’ın iki dudağının arasına bakmam, selam durmam gerekir. CHP’ye girsem Deniz Baykal’ı alkışlaması gereken nefer olmam gerekir. Ama bunların dışında demokratik, çağdaş bir alternatif gelişirse, programı bana uygunsa ismimle destek veririm, üstüme düşen görevi yaparım.
Piyanonun yanı sıra kompozisyon dersleri almış, ancak bestelerinizi uzun yıllar çekmecede tutmayı tercih etmiştiniz. Beste yapmayı sürdürüyor musunuz, yakınlarda seslendirilecek yeni bir eser var mı?
– Bestelediğim eserlerden biri Tokyo Senfoni Orkestrası’nca, diğeri İstanbul’da oda müziği topluluğunca seslendirildi. Şu anda oda müziği topluluğu için Opus 14, Ritüel’i yazıyorum. Tiyatroda yeni bir konsept geliştirmeye çalışan Fransız bir aktör dostumun ricası üzerine, tiyatro müziği besteliyorum.

Mutlaka senfoni yazmak gerekmez

Senfoni, konçerto gibi büyük formlarda ya da sadece piyano için eserler bestelemeyi düşünüyor musunuz?
– Solo piyano için hiç eser yazmadım. Şimdilik yazmayı da düşünmüyorum. Senfoni yazmak aklıma bile gelmedi şimdiye kadar. Benim açından çağını tamamlayan bir müzik formu. Mutlaka senfoni yazmak gerekmiyor. Bartok, senfoni yazmamış ama müthiş eserler bırakmış geriye. Vurmalı Çalgılar ve Piyano İçin Sonat’ı kötü bestelenmiş üç senfoniye değer. Yaylı çalgılar dörtlüleri de önemlidir. Yani biçim değil, içerik önemli. 
Birkaç yıl önce İstanbul Caz Festivali’nde konser verip, müzikseverleri şaşırtmıştınız. Caz serüveni devam ediyor mu?
Image– O konserden sonra caz çalmadım. Ancak şimdilerde hafif bir kaşıntı hissediyorum. (Gülüyor) Fransız cazcı arkadaşlarla konuştum. Önümüzdeki günlerde bir araya gelip, çalışmalar yapmak üzere sözleştik. Bu arada Fazıl Say’la bu konuyu konuştuk. Antalya’da düzenlediği festivalde, 2009 Kasımı’nda bir caz konseri verebileceğimi söyledim.
Ödüllü birçok CD’den sonra, bir süredir yeni albümünüz çıkmıyor. Yeni albüm kaydetmeyi planlıyor musunuz?
– Şu anda herhangi bir albüm projesi yok. Bir plak firmasıyla anlaşmam da yok. Yani özgürüm. Eğer fırsat olsa, öncelikle Musorski’nin tüm piyano eserlerini bir albümde toplamak isterdim. Daha sonra Mendelssohn ve Schubert’in bazı eserlerini kaydetmek istiyorum. Mendelssohn kıymeti fark edilememiş, çok önemli bir besteci. Bu önemi vurgulayacak bir albüm düşünüyorum.
2008 İstanbul Müzik Festivali’ndeki Düş Bahçesi programı sizin öneriniz miydi, birlikte sahneye çıkacağınız Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’nü ne kadar tanıyorsunuz, öğrenciniz Tuğçe Tez’le daha önce konser vermiş miydiniz?
– Programı festival yönetimi önerdi. Son 15 yıldır kendimce, yapabildiğim kadarıyla, ilgiyi hak eden genç müzikçileri gündeme getirecek konserler vermeye çalışıyorum. Borusan Yaylı Çalgılar Dörtlüsü’yle ilk kez konser vereceğiz. Tuğçe Tez’le bir süre önce Paris’e geldi ve benimle çalışmaya başladı.

Piyanoda müthiş bir genç kuşak yetişti

Gençlere baktığınızda, piyanonun ve klasik müziğin geleceğinden umutlu musunuz?
– Benden sonraki kuşağa bakarsak, piyanoda geçmişte hiç böylesine güçlü bir kuşak gelmemişti. Fazıl Say, Emre Elivar, Emre Şen, Toros Can, Muhhiddin Dürrüoğlu, Özgür Aydın ilk akla gelen isimler. Herbiri farklı üsluba sahip. Şimdi de fenomen çocuk Emrecan Yavuz geliyor. Daha ne olsun? Klasik müziğin genel durumu açısından umutluyum. Karamsar olmak hiçbir şey getirmiyor.
Konser programındaki Schubert’in Fantezi’sini yıllar önce Maria Joao Pires’le kaydetmiş, bu CD’ye ödül almıştınız. O günden bugüne esere yaklaşımınızda değişiklik oldu mu?
– İlk CD çalışmamdı ve Pires’le repertuvarımızı oluştururken birlikte ilk seçtiğimiz eser Schubert’in Fantezi’siydi. Diğer tüm eserlerin seçimini bana bırakmıştı. Neredeyse ortak soluk aldığım, prova yapmaya bile gerek kalmayan bir piyanistle bu eseri yorumlamak benim için büyük şanstı. Bu açıdan hatırası çok önemlidir benim için. Yaklaşık 20 yıldır repertuvarımda. Şimdi de Tuğçe’yle seslendireceğiz.
Brahms’ın Kısa Parçalar’ı ve Schumann’ın Piyano Beşlisi ne kadar zamandır repertuvarınızda?
– Brahms’ın bu eserini ilk kez yorumlayacağım. En sevdiğim bestecilerden biridir. En son, birkaç yıl önce 2. Piyano Konçertosu’nu repertuvarıma almıştım; sade görünmesine karşın çok zor bir eserdir, Rahmaninof’un parlak, gösterişli eserlerine hiç benzemez. Yıllar önce Erato firması Rahmaninof’un eserlerini kaydetmemi istemişti. Çalıştım, yorumda ulaştığım düzey fena değildi. Fakat Rahmaninof’un benim müziğim olmadığına karar vermiştim. Ravel, Bartok, Schubert, Schumann, Mendelssohn ve tabii ki Brahms benim müziğim. Bu açıdan Brahms’ın bir eserini daha repertuvarıma aldığım için mutluyum. Schuman’ın beşlisi ise baştan sona ilham dolu, müthiş bir eserdir. Yıllar önce repertuvarıma girmişti, en son beş yıl önce kemancı Augustin Dumay, viyolacı Gerard Causse’un yer aldığı toplulukla seslendirmiştim.

Hinterlasse einen Kommentar